SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ
İDARİ YARGIDA DAVA AÇMA EHLİYETLERİ
-2012-
GİRİŞ
İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargı dışı denetiminde büyük işlev üstlenen Sivil Toplum Kuruluşlarının, idarenin yargısal denetimine olan katkılarının hukuksal boyutuna ve sınırlarına genel bir bakış olarak düşündüğümüz bu çalışma, esasen Danıştay’ın çeşitli kararlarında somutlaşan görüşünü yansıtmayı amaçlamaktadır. Elbette bu konuda yalnızca halihazırdaki durumu ifade etmekle kalmayıp olması gereken durum bağlamında kendi görüşlerimizi de çalışmanın son bölümünde belirtmeyi uygun bulduk. Bu doğrultuda izleyeceğimiz metod kısaca, idari yargıda dava açmanın ön koşullarından olan ehliyet kavramını farklı boyutlarıyla ele aldıktan sonra, Sivil Toplum Kuruluşlarıyla ilgili genel bazı açıklamalar yapıp bu kuruluşların ayrı ayrı (Dernekler, Vakıflar, Sendikalar ve Meslek Kuruluşları) idari yargıda dava açma ehliyetlerinin doktrin ve yargı kararları ışığında incelenmesi ve sonuç kısmında da yeni HMK ile getirilen 113. maddenin kısaca değerlendirilmesi şeklinde olacaktır.
GENEL ANLAMDA EHLİYET KAVRAMI
Ehliyet, kavram olarak ‘hukuk süjesinin, haklara sahip olması, haklarını kullanması, görev, yükümlülük ve sorumluluklar yüklenebilmesi durumu’ olarak tanımlanmıştır.[1] Bu tanımdan, hem kişinin hak ve borçlara ehil olması (medeni haklardan yararlanma) anlamında ‘hak ehliyeti’ni, hem de kişinin kendi fiilleriyle hak edinip borç altına girebilmesi (medeni hakları kullanma) anlamında ‘fiil ehliyeti’ni çıkarmak mümkündür.
Yargılama hukukunda ise ehliyet denilince, ‘hak ehliyeti’nin büründüğü yeni şekil olarak ‘taraf ehliyeti’ ve yine ‘fiil ehliyeti’nin yeni şekli olarak da ‘dava ehliyeti’ anlaşılır.
2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin ilk fıkrasında; “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır…” şeklinde düzenleme yapılarak ehliyet konusunda HUMK (şimdiki HMK) hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. 6100 Sayılı Yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun ‘tarafların ehliyetleri’nin düzenlendiği Dördüncü Bölümünün Birinci Ayrımında 50. maddede “medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanın, davada taraf ehliyetine de sahip olacağı”, yine 51. maddede “dava ehliyetinin, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirleneceği” ifade edilmiştir. Bu hükümlerde, eski HUMK’un 38. maddesinde[2] olduğu gibi, Medeni Kanuna doğrudan ve açık bir göndermede bulunulmuş olmasa da, ‘hak ve fiil ehliyetleri’ne yer verilmek suretiyle dolaylı bir atıfta bulunulmuş ve ‘taraf/dava ehliyeti’ noktasındaki belirlemelerin Medeni Kanun hükümlerine göre yapılacağı belirtilmiştir.
Öte yandan İYUK’un 2. maddesinde de dava türlerine göre davacı olabileceklerin taşıması gereken özel bazı nitelikler belirtilerek ehliyet konusunda HMK ve TMK’deki genel kuralların dışında idari yargılama hukukuna özgü ehliyet koşulları getirilmiştir. Öğretide HMK’de düzenlenen genel ehliyet kurallarına objektif ehliyet, İYUK’ta düzenlenen idari yargılama hukukuna özgü ehliyet kurallarına da sübjektif ehliyet denilmektedir.[3] Bu bağlamda konuyu iki başlık altında incelemek gerekir.
1. OBJEKTİF EHLİYET
- TARAF EHLİYETİ
Kısaca taraf ehliyeti; bir davada davacı ya da davalı olabilme yeteneği, yani davanın tarafı olabilme yeteneğidir. Davada taraf olma ehliyeti, medeni haklardan yararlanma ehliyetinin bir parçasını teşkil eder.[4] Taraf ehliyeti medeni (maddi) hukuktaki hak (medeni haklardan yararlanma) ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekildir. Buna göre ‘hak ehliyeti’ bulunan her gerçek ve tüzel kişi davada taraf olabilme ehliyetine de sahiptir.[5]
Medeni Kanunun 48. maddesine göre tüzelkişiler de medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahiptir. Tüzelkişilerin davada taraf olabilmeleri için tüzelkişiliğe haiz olmaları lazımdır. Henüz tüzelkişilik kazanmamış teşekkül ve topluluklar davada taraf olamazlar. Tüzelkişiler ancak organları vasıtasıyla temsil edilebilirler.
- DAVA EHLİYETİ
Dava ehliyeti, kişinin kendisinin veya yetkili kılacağı bir temsilci (vekil) aracılığıyla bir davayı (davacı ya da davalı olarak) takip edebilme ve usul işlemlerini yapabilme ehliyetidir.[6] Bir başka deyişle; dava ehliyeti, fiil ehliyetinin usul hukukundaki görünüm şekli olup davaya taraf olarak yapılacak usuli işlemleri yapabilme imkanını kapsayan ehliyettir.[7]
Tüzelkişilerin medeni hakları kullanma ehliyeti, gerçek kişilerde olduğu gibi, kişilik sıfatını kazandıkları andan itibaren başlamaktadır. Medeni Kanunun 48. maddesine göre; tüzelkişiler, cins, yaş, hısımlık gibi insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler.
Medeni Kanunun gerçek kişiler için öngördüğü medeni hakları kullanma ehliyetinin sınırlandığı durumların tüzelkişiler üzerinde de uygulanabilir olması söz konusu değildir. Ergin olma, ayırt etme gücüne sahip olma ve kısıtlanmış olmama, ancak bir insan üzerinde gerçekleşebilecek durumlardır. Bu nedenle, tüzelkişilerin tam ya da sınırlı dava ehliyeti söz konusu olmamakta, dava ehliyetinin varlığı ya da yokluğu söz konusu olmaktadır.[8]
Medeni Kanunun 49. maddesinde; tüzelkişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Böylece, tüzelkişilerin dava ehliyetinin başlaması için özel bir düzenlemeye gidilmiş ve medeni hakları kullanma ehliyeti, tüzelkişilerin belli organlarının kurulmuş olmasına bağlanmıştır.
Medeni Kanun’un 50. maddesi ile HMK’nin 52. maddesi uyarınca, tüzelkişiler dava ehliyetlerini ancak yetkili organları eliyle kullanabilirler. Yetkili organların kimler ve neresi olduğu, ya tüzel kişinin tabi olduğu kanuna ya da tüzelkişinin kendi tüzüğüne göre belirlenir.
2. SÜBJEKTİF EHLİYET
İdari yargılama hukukunda, iptal davası açabilmek için, İYUK’un 31. maddesi uyarınca atıfta bulunulan HMK ve MK hükümlerince belirlenen genel dava ehliyetinin varlığı yanında idari dava türlerinin özelliklerine göre özel bir takım şartların varlığı da aranmıştır. İYUK 2/1-b maddesinde düzenlenen tam yargı davalarının, ‘hakları doğrudan muhtel olanlar’ tarafından, aynı yasanın 2/1-a maddesinde düzenlenen iptal davalarının ise ‘menfaatleri ihlal edilenler’ tarafından açılabileceği düzenlenmiştir.
Gerek objektif ehliyetin ve gerekse sübjektif ehliyetin varlığı, usulüne uygun bir idari dava açmanın ön koşulu kabul edilmekte, bu ehliyetin yokluğu ile açılan davalar ise İYUK 14. ve 15. maddeleri uyarınca, dava ehliyetinin yokluğu gerekçesiyle, davanın esasına geçilmeden ilk inceleme aşamasında reddedilmektedir. Menfaat ihlali, objektif bir dava türü olan iptal davalarının esasının görüşülebilmesi için gerekli bir ön koşuldur.[9]
18.6.1994 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4001 Sayılı Kanun ile 2577 Sayılı İYUK’ta önemli değişiklikler yapılmış ve iptal davasında sübjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlali koşulu yerine; çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar dışında kalan idari işlemlere karşı iptal davası açabilmek için kişisel hakları ihlal edilenler koşulu getirilmiştir. 4001 Sayılı Kanun ile getirilen değişikliğe göre; “iptal davaları; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere; kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan davalardır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Adı geçen kanun değişikliği 21.9.1995 tarihli AYM kararı ile iptal edilmiştir.[10] Ortaya çıkan kanuni boşluk 8.6.2000 gün ve 4577 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun ile İdari Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5. maddesi ile 2577 Sayılı İYUK’un 2/1-a maddesinin yeniden düzenlemesiyle doldurulmuştur. Yeniden menfaat ihlali koşuluna yer veren değişik madde metni 1982 tarihli İYUK’taki ilk hali ile aynıdır.
İptal davalarında dava ehliyeti, davacının kişisel hakkının ihlal edilmesi koşuluna bağlanmamıştır. İptal davası için hak ihlalinin gerekmemesi, bunun yerine menfaat ihlalinin yeterli görülmesi, iptal davasının alanını genişleterek idarenin hukuka uygunluğunu sağlama amacı güder.
İptal davası açılabilmesi için gerekli olan menfaat ihlali şartı ancak kişisel, meşru, güncel bir menfaatin bulunması halinde gerçekleşecektir. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşlarının dava açma ehliyetini, bir sonraki başlık altında, yukarıda açıklanan objektif ve subjektif ehliyet açılarından Danıştay ve İdare Mahkemeleri karar örnekleri üzerinden ele alacağız.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
GENEL OLARAK
Sivil toplum kuruluşları deyimi; özel bireyler tarafından topluma faydalı hizmet sağlamak amacıyla kurulan, resmi nitelik taşımayan ve devletten bağımsız olarak faaliyetlerini yerine getiren, dernek, sendika, vakıf ve meslek odaları gibi yasal topluluklar için kullanılır. Sivil Toplum da bu yönüyle devletin olmadığı alanı ifade etmektedir.
Dünya Bankası tarafından “kar amacı gütmeyen, her türlü ticari amaç dışında insani nedenlerle beraber hareket edecek hükümetlerin dışındaki grup ve kuruluşlar” olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşlarının sosyal yardım, arabuluculuk ve danışmanlık gibi işlevleri bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, ülkemiz açısından sivil toplum kuruluşları toplumumuzun çalkantılı siyasi geçmişinden ve bugününden kaynaklanan hiyerarşik ve baskıcı uygulamalara karşı çıkmanın etkin bir aracı olarak görülmektedir.[11]
Sivil toplum kuruluşlarının özelliklerini üç noktada toplamak mümkündür. İlk olarak bu kuruluşlar üyelerinin katılımına olanak veren kuruluşlardır. İkincisi merkezden yani siyasal toplumdan bağımsız olmalarıdır. Üçüncü olarak toplum ya da kamu yararının ne olduğu konusunda siyasal toplum kuruluşlarından yani devletten farklı görüşlere sahip olmalarıdır.[12]
Sivil toplum kuruluşlarının devletten özerk olmayı gerektiren bir yönü olsa da bu özellik devlete yabancılaşmayı zorunlu kılmaz. Yine de sivil toplum ile siyasal toplum (devlet) birbirinin karşıtı olarak düşünülür. Birinin alanının genişlemesi diğerinin alanını daraltır.[13]
STK’lara, günümüz demokrasisinin yeni aktörleri olarak temsili demokrasi döneminden farklı anlamlar yüklenmekte, bu kuruluşlar toplumları çok aktörlü hale getirmektedir. Nitekim sivil toplum kuruluşlarının önemli işlevleri arasında kamuoyu oluşturmak ve alınan kararları etkileyebilmek de yer almaktadır. Zaman zaman da devlet erkiyle mücadele etmek yerine onunla işbirliğine girmek gibi işlevler de gerçekleştirirler.[14]
HUKUKSAL BOYUT
Medeni Kanun’un 47. maddesinde tüzel kişiliğin tanımı şu şekilde yapılmıştır; ‘Başlıbaşına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları, kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar.’ Bu tüzel kişilik kavramı; dernek, sendika, ticaret şirketleri, vakıf ve gönüllü kuruluşların tamamını ifade eden üst bir kavram niteliğindedir. Sivil toplum kuruluşları ise, yukarıda ifade edildiği gibi dernek, sendika, vakıf ve odalar adı altında kurulan, gönüllülük esasına dayanan bir faaliyet alanı olan, nihai olarak üyelerine ve temsil ettikleri toplum kesimine faydalı olmayı amaçlayan, demokrasinin güçlendirilmesi işleviyle de yakından ilgili bulunan kuruluşlardır.
Ortaya çıkan en temel sorunlardan biri de sivil toplum kuruluşlarının dava açma, davayı takip edebilme ve üyelerini temsil edebilme yeteneklerinin hukuksal ortamda tanınmasıdır.
ÇEŞİTLİ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ İDARİ YARGIDA DAVA AÇMA EHLİYETLERİ
Dernek, sendika, meslek kuruluşları gibi örgütlerin üyeleri adına dava açabilmeleri konusunda Danıştay, menfaat kavramını dar bir biçimde yorumlama eğilimindedir. Danıştay kararlarına göre, bu tür kuruluşların, yasalarda açık bir hüküm yoksa, üyelerinin menfaatini korumak için dava açma yetkileri yoktur.[15]
Tüzel kişilerin dava açma ehliyeti yönünden, tüzel kişiliğin nitelik ve faaliyet alanlarına ilişkin olarak ayrımlar söz konusudur. Bu sebeple kanunlar ve içtihatlar uyarınca bazı tüzel kişiler için -derneklerde olduğu gibi- kendilerini ilgilendiren eylem ve işlemlere karşı dava açma yetkisi tanındığı halde, bir diğer gurup için -sendikalarda olduğu gibi- doğrudan doğruya veya üyelerinin isteği üzerine, üyeleri adına dava açma yetkisi tanınmıştır.[16]
- DERNEKLER
Dernekler Kanunu’nun 2. maddesinde dernek; kazanç paylaşma dışında, kanunlarda yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmeleri suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi toplulukları olarak tanımlanmıştır. Medeni Kanunu’nun 59. maddesinde ise dernekler; kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar denilmekte, derneklerin taraf ehliyeti de bu anda başlamaktadır. Yönetim kurulu derneğin yürütme ve temsil organıdır. Temsil görevi Yönetim kurulunca üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir. (MK, m.85)
Danıştay’ın derneklerin dava açma ehliyeti noktasında verdiği kararlar bir bütünlük arz etmemekte, bazı kararlarında derneklerin dava açma ehliyetini dar yorumlarken bazı kararlarında ise geniş yorumlamaktadır.
Danıştay önceki yıllarda derneğin dava açma ehliyetini dar yorumlamış, üyelerin menfaatini ilgilendiren konularda davayı kanunda aksine hüküm bulunmadıkça üyelerinin kendisinin açabileceğini, derneğin dava açma ehliyeti olmadığını belirtmiştir. Danıştay 11. Dairesinin 16.05.1973 gün ve E. 73/909 K. 73/1185 sayılı kararında, Erzurum Arabacılar ve Faytoncular Derneği tarafından açılan davada, “…dernekler ancak bizatihi derneğin menfaatinin ihlal edildiği hallerde dava açmak ehliyetini haiz olup, üyelerinin menfaatini ihlal eden işlemlerden dolayı kanunda açıkça hüküm bulunmadıkça dava açmaları mümkün değildir.” diyerek ehliyet yönünden davanın reddine karar vermiştir.
Ancak Danıştay bazı kararlarında, derneklerin üyelerinin hukukunu korumak amacıyla da dava açabileceklerini kabul etmiştir. “…Veteriner Hekimleri Derneği Tüzüğü’nün 2. maddesinde derneğin, veteriner hekimler arasında toplumsal dayanışmayı sağlamak için kurulduğu ve bu amacını gerçekleştirebilmek için veteriner hekimlik mesleğinin halk yararına en iyi şekilde düzenlenmesini ve gelişmesini sağlamaya çalışacağı, veteriner hekimliğin ve hekimlerin sorunlarını çözümlemeye çalışıp haklarını koruyacağı belirtildiğinden, davacı derneğin, üyelerinin hukukunu korumak amacıyla dava açabileceği anlaşılmaktadır.”[17]
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu bir kararında; “İptal davaları ile idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının saptanmasına, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına, böylece de idarenin hukuka bağlılığının belirlenmesine, sonuçta hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilebilmesine olanak sağlandığından bu davalarda menfaat ilişkisinin bu amaç doğrultusunda yorumlanması gerekmektedir. Öte yandan, kendi üyelerinin hak ve menfaatlerini korumak amacıyla Kanunla kurulmuş meslek birliklerinin yanında, belli amaçlarla kurulmuş dernek, vakıf gibi özel hukuk tüzel kişiliğini haiz sivil toplum örgütlerinin de, kuruluş amaçlarıyla sınırlı olmak üzere dava açmaları mümkündür. Bu durumda, Tekel Müfettişleri Derneğinin Ana Tüzüğünde yer alan ve Derneğin Konusu ve Amacı kenar başlıklı 3. maddesinde, Derneğin amacı üyelerinin tüm demokratik, ekonomik, sosyal ve özlük haklarını koruyup geliştirerek birleşmelerini ve dayanışmalarını sağlamak, Derneğin faaliyetleri kenar başlığını taşıyan 4. maddesinin a fıkrasında da, üyelerinin tümünü ilgilendiren mesleki sorunların çözümlenmesi, üyelerinin personel hukukundan doğan haklarının savunulması ve yeni hakların elde edilmesi için çalışmak olarak belirlenen amacı ve faaliyeti göz önüne alındığında, Tekel Genel Müdürlüğünün, Genel Müdürlük merkez teşkilatında görev tahsisli konut verilecek unvanlar arasında başmüfettiş ve müfettişlere yer verilmemesine ilişkin 1.10.1998 günlü, 928 sayılı Yönetim Kurulu Kararı, dernek üyelerinin personel hukukundan doğan haklarını kısıtlayan niteliği ile doğrudan doğruya üyelerinin demokratik, ekonomik, sosyal ve özlük haklarını korumak amacıyla kurulan davacı derneğin faaliyet alanına giren ve bu dernek kişiliğinin hak ve çıkarlarını ilgilendiren konulardan olduğundan, anılan işleme karşı dava açmakta Derneğin hukuki menfaati bulunduğu anlaşılmakta olup; davacı derneğin sübjektif ehliyetinin varlığı kabul edilmek suretiyle davanın esasının incelenmesi gerektiği kabul edilmektedir.” şeklinde değerlendirme yaparak Danıştay 8. Dairesinin kararını bozmuştur.[18]
Görüldüğü üzere Danıştay İdari Dava Daireleri bu kararında; menfaat ihlali koşulunu geniş bir biçimde yorumlayarak derneğin tüzel kişiliğini ilgilendirmese de derneğin üyelerinin menfaatini ilgilendiren uyuşmazlıkta derneğin ehliyetli olduğu sonucuna varmıştır.
Danıştay 6. Dairesi ise 05.12.2011 günlü kararında, Çağdaş Başkent Ankara Derneği tarafından Ankara ili Çankaya ilçesi …sayılı parsele ilişkin eğitim tesis alanı kullanım kararının özel eğitim alanı olarak değiştirilmesine yönelik 1/5000 ölçekli plan değişikliğinin onanmasına ilişkin …günlü …sayılı Büyükşehir Belediye Meclisi kararının iptali istemiyle açılan davada ilk derece mahkemesinin esasa girerek verdiği kararı temyiz aşamasında onamış; ancak kararın düzeltilmesi aşamasında davacı derneği ehliyetsiz kabul etmiştir. Sözü edilen kararın gerekçesinde Daire; “Dernekler, üyelerinin ve temsil ettikleri kişilerin ortak çıkarlarını korumak ve dayanışmalarını sağlamak üzere kurulan özel hukuk tüzel kişileri olup, amaçları ve faaliyet alanları kendilerince hazırlanan tüzüklerle belirlenmektedir. Oysa kendi üyelerinin hak ve menfaatlerini korumak amacıyla kanunla kurulmuş sendika ve meslek birliklerinin kanunda belirtilen kuruluş amaçlarına yönelik olarak dava açabilme hakkı yasalar tarafından verilmektedir.
Derneklerin doğrudan dernek tüzel kişiliğinin hak ve çıkarlarını ilgilendiren konularda iptal davası açabilecekleri açık olmakla birlikte, bu kapsamı aşan konularda salt tüzüğünde hüküm bulunduğundan bahisle dava ehliyetinin mevcut olduğunun kabulüne hukuken olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda dava konusu işlemin doğrudan doğruya dernek tüzel kişiliğinin hak ve çıkarlarını etkilemediği, davacı dernek tarafından hazırlanan dernek tüzüğünün de, davacıya hukuken böyle bir hak tanımayacağı hususu dikkate alındığında, davacı derneğin dava konusu işlemin iptalini istemesinde hukuken korunması gereken menfaat ilişkisinin bulunmadığı, dolayısıyla davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.”[19] ifadelerine yer vererek temyiz aşamasındaki görüşünü değiştirmiş ve bir kez daha eski tarihli kararlarındaki görüşünü benimsemiştir.
Danıştay’ın derneğin şubesinin dava açma ehliyeti konusunda verdiği bir kararda; “Dernekler Kanunu’nda dernek şubelerine özel olarak derneğin görevlerini yerine getirme konusunda hak ve yetki tanınmadığı; derneklerin merkez yönetim kurullarının Dernekler Kanunu, Medeni Kanun ve tüzük hükümleri uyarınca derneği temsile yetkili ve görevli zorunlu organ olduğu bu yetki ve görevini başka organlara devredemeyeceği, davacı dernek şubesinin tek başına açmış olduğu bu davada dava açma ehliyetinin bulunmadığı”na hükmetmiştir.[20]
Danıştay İdari Dava Daireleri’nin dernek şubesi ile ilgili bir kararında, “Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzüğünün 2. maddesinde derneğin genel merkezinin Ankara’da olduğu, 10. maddesinde derneğin organlarının genel merkez genel kurulu, genel yönetim kurulu, genel yürütme kurulu, genel denetleme kurulu ve yüksek disiplin kurulu olduğu, 22. maddesinde genel merkezin genel kurul kararıyla şubeler açılabileceği, 18. maddesinde de genel yönetim kurulunun derneğin tüzel kişiliğini temsil edeceği, derneğin tüm işlemlerini yürüteceği, şube açılmasını önereceği, kuracağı, şubelerin kapatılmasına ve kaldırılmasına karar vereceği hükme bağlanmıştır. Bu durumda, Dernekler Kanununda dernek şubelerine özel olarak derneğin görevlerini yerine getirme konusunda hak ve yetki tanınmaması, merkez yönetim kurullarınca verilecek olan işleri yapabilecekleri, ayrıca dernek tüzüğüne göre derneği temsile yetkili organın genel yönetim kurulu olması nedeniyle, davacı Hanönü Atatürkçü Düşünce Derneği Şubesinin tek başına dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.”[21] denilerek şubenin dava açma ehliyetinin bulunmadığına karar verilmiştir.
Danıştay bazı kararlarında da derneklerin dava açma ehliyeti konusunu tartışmadan doğrudan esasın incelenmesine geçerek zımnen dernekleri ehliyetli kabul etmiştir.[22]
Anayasa Mahkemesi ise; Eğitimciler Derneği tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Kursları Yönetmeliğinin bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair yönetmeliğin yargı kararlarına, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerine ve özellikle laiklik ilkesine, İnkılap Kanunlarına aykırı olduğu iddiasıyla iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılan davada; İdari Dava Daireleri Kurulunca Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunarak itiraz yoluyla yapılan başvuruda ilk inceleme yaparak yöntemince açılmış bir dava olduğu sonucuna varmış ve başvurunun esasını incelemiştir.[23]
Sonuç olarak, Danıştay derneklerin dava açma ehliyeti konusunda yıldan yıla ve daireden daireye değişen, yorum farklılıklarından kaynaklandığını düşündüğümüz çok çeşitli kararlar vermiştir. Son kararlarında ise derneklerin dava açma yetkilerini oldukça kısıtlayan bir eğilim göze çarpmaktadır. Bu durumun nedenlerinden biri olarak, bazı derneklerin dava açma yetkilerini sıkça ve kötüye kullanıyor olmaları gösterilebilir ise de, bu tutumun daha da genişletilerek sürdürülmesi kanımızca Hukuk Devletinin en önemli ilkelerinden olan “İdarenin Yargısal Denetimi”nin zayıflatılmasına kapı aralayabilecektir. Çünkü dava açarken “kişisel menfaat unsuru” elbette önemli olmakla beraber, Hukuk Devletinde aslolan idarenin kararlarının yargı tarafından denetlenmesidir ve bu denetimde yargı yerlerine (dava açarak) yardımcı olanın kim ya da hangi dernek olduğunun esasen çok öneminin olmaması gerekir.
- SENDİKALAR
Sendika, Sendikalar Kanununun 2. maddesinde, işçilerin veya işverenlerin çalışma ilişkilerinde, ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri tüzelkişiliğe sahip kuruluşlar olarak tanımlanmıştır. Aynı kanunun 6. maddesine göre sendikalar, kurucuların, sendika ile ilgili belgeleri ve sendika tüzüğünü sendika merkezinin bulunacağı ilin valiliğine vermekle tüzelkişilik kazanırlar.
Sendikalar, Sendikalar Kanunu m. 32/3 uyarınca; “çalışma hayatından, mevzuattan, toplu iş sözleşmesinden, örf ve adetten doğan hususlarda işçileri ve işverenleri temsilen veya adi şirket mukaveleleri ile hizmet akdinden doğan hakları ve sigorta haklarında üyelerini ve mirasçılarını temsilen davaya ve bu münasebetle açtığı davadan ötürü, husumete ehildir”.
KURU’ya göre, buradaki temsil yetkisinin amacı, çalışanların ortak çıkarlarının korunmasıdır.[24]
Danıştay eski tarihli kararlarında, sendikaların, yalnızca üyelerinden birkaçının menfaatini ilgilendiren konularda, dava ehliyeti olmadığını belirtmiştir.[25] 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun 19. maddesinin f bendi uyarınca Kamu Görevlileri Sendikaları ve Üst Kuruluşlarının, üyeleri hakkında tesis edilen bireysel işlemlere karşı dava açıp açamayacakları konusunda Danıştay Beşinci ve İkinci Dairelerince verilen kararlar ile Onbirinci ve Onikinci Dairelerince verilen kararlar arasındaki aykırılığın giderilmesi hakkında Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun 3.3.2006 günlü üyelerinin salt çoğunluğuyla verdiği kararda belirtildiği üzere; “Sendika ve üst kuruluşlarına, bizzat taraf oldukları hukuki ilişkiler dolayısıyla davacı ve davalı oluş sıfatları ile ortak çıkarların korunması için tanınan davacı olabilme sıfatından başka hukuki yardım gerekliliğinin ortaya çıkması durumunda üyelerini… her derecedeki yargı organları önünde temsil etme ve dava açma hakkı tanınmaktadır.” Temsil bağlamındaki bu düzenlemenin sendika üyesi kamu görevlisi hakkında kurulan bireysel işlemler nedeniyle, bu ilişkinin tarafı olmayan sendika ve üst kuruluşa, üyesinin isteğine bağlı olarak uyuşmazlığın çözümünde taraf olarak kendisini temsil etme yetki ve sorumluğu vermekte olduğu, yine anılan kararda belirtilmektedir.
Nitekim Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası tarafından 2008 yılından itibaren eğitim kurumlarına yapılan 1005 eğitim yöneticisi atamalarının geri alınması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, Ankara 5. İdare Mahkemesi’nin 22.10.2009 gününde oyçokluğuyla verdiği kararda, “Bireysel nitelikteki dava konusu işlemlerin yargıya taşınması konusunda, sendika üyesi kamu görevlilerinin bir istemi bulunmadığı görüldüğünden davacı sendika tarafından kendi tüzel kişiliği adına açtığı davayı dava ehliyeti bakımından bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir.
(…) Sendikalar tüm üyelerinin menfaatini etkilemeyen konularda ortak mesleki çıkarlarda kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından ayrılacaklarından sendikaların otlak mesleki çıkar konusundaki ehliyetleri ancak tüm üyelerinin menfaatleri söz konusu olduğunda otlaya çıkacaktır. (…)Bireysel işlemin sendika üyelerinin tamamının otlak menfaatlerini ihlal ettiğinin kabulü mümkün olmadığından davacı sendikanın tüzel kişiliğinin iş bu davada dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Kaldı ki söz konusu görevlere atanmış olan kişilerin arasında davacı sendika üyelerinin de olabileceği dikkate alındığında sendika, üyesinin menfaatinin aleyhine dava açma konumunda kalacağından sendikayı bireysel atama işlemlerine karşı ehliyetli kabul etme olanağı bulunmamaktadır.” denilerek yukarıda yer verdiğimiz İBK kararı da uygulanmış olmaktadır.[26]
Sendikaların üyelerini temsilen dava açabilmeleri hukuki yardım niteliğindedir ve ancak üyelerin sendikaya bu yetkiyi vermiş olması durumunda mümkündür. Buna ilişkin Danıştay 5. Dairesinin 16.2.2009 günlü oyçokluğuyla verdiği kararda; “Sendika ve konfederasyonların kuruluş amaçları doğrultusunda üyeler ile idare arasında çıkacak ihtilaflarda, ortak hak ve menfaatlerin izlenmesi veya hukuki yardım gerekliliğinin ortaya çıkması durumunda üyelerini temsil edebileceği, temsil ettirebileceği, üyeleri adına dava açabileceği, bakılan davada ise davacı sendikanın üyelerini temsilen ya da üyeleri adına dava açmayıp kendi namına davayı açtığı bu haliyle davaya konu atamaların iptalini istemekte hukuken korunması gereken menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine…” hükmetmiştir.[27]
Bir başka ilginç kararda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Danıştay 8. Dairesinin vermiş olduğu yürütmenin durdurulması kararına yapılan itirazı karşılarken davacı Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası’nın dava açma ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varmıştır. Söz konusu dava, 2010 ALES Sonbahar Dönemi Kılavuzu’nda yer alan ve başvuruda kullanılan fotoğrafın başı açık çekilebileceğine ilişkin düzenlemeye yer vermeyen (c) bendinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açılmış, Danıştay 8. Dairesi davacı sendikanın ehliyetli olduğuna karar vermiştir. Daire gerekçesinde; “…kişisel menfaat ihlaline ilişkin Danıştay kararlarına bakıldığında, olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerin yapıldığının görüldüğü, kiracıların, belde sakinlerinin, derneklerin, sendikaların, meslek kuruluşlarının dava açma ehliyetleri yönünden yapılan yargısal yorumların zaman içinde iptal davasının hukuk devletini sağlamanın en önemli unsurlardan biri olduğu gerçeğini dikkate alan bir seyir izlediği…, …idari yargıya özgü bir dava türü olan iptal davasını açan gerçek ve tüzel kişilerin, dava açmakla ulaşmak istediği amaç bakımından klasik anlamda davacıdan farklı olduğunun tartışmasız olduğu…, …Anayasanın 51. maddesi ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikası Yasası uyarınca kurulan Sendika’nın 3. maddesinde, sendika üyelerinin üstün sorumluluk duygusuna ve eğitim gücüne dayanarak; Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını, egemenliğini, ulus ve ülke bütünlüğünü, laik düzenini, demokratikleşme ve ulusal eğitim hedefini geliştirerek korumak ve sonsuza kadar yaşatmak için elinden gelen her türlü çabayı göstermeye çalışmanın sendikanın amaçları arasında sayıldığı, genel kamu yararı bulunduğu açık olan dava konusu uyuşmazlıkta davacı Sendikanın yukarıda aktarılan kuruluş amacı ile uyuşmazlık konusu kılavuz hükümlerinin laiklik ilkesini zedelediği ve yargı kararlarına aykırılık taşıdığı iddiaları birlikte değerlendirildiğinde, davacının dava konusu kararlar ile menfaat ilgisinin bulunduğunun kabulünün zorunlu olduğu…”nu belirtmiştir.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ise yukarıda açıklanan İBK kararına atıf yaparak, “…yer verilen yasa kuralları ile yargı kararları bir arada değerlendirildiğinde, kamu görevlileri sendikalarının, tüzel kişiliklerinden kaynaklanan genel hak ve fiil ehliyetine dayanarak menfaatlerini ihlal eden idari işlemlere karşı bizzat dava açabilmeleri üyelerinin ortak çıkarlarının korunması için ve hukuki yardım gerekliliğinin ortaya çıkması durumunda ise üyelerini veya bunların mirasçılarını temsil ederek idari yargıda dava açabilmeleri konusunda tartışma bulunmadığı anlaşılmaktadır.
(…)ALES, bir yükseköğretim kurumuna öğrenim görmek üzere doğrudan girişi veya görev yapmak üzere doğrudan atanmayı sağlayan bir sınav niteliğinde değildir. Ayrıca bu sınava, yükseköğrenim öğrencisi olmayanlar ya da herhangi bir kamu kurumunda çalışmayanlar girebildiği gibi, üniversite son sınıf öğrencisi ya da kamu personeli olup da sınava girenler de öğrenci ya da kamu personeli statülerinden bağımsız olarak sınava başvurabilmekte ve girebilmektedirler.
(…)Davacı sendikanın dahil olduğu hizmet kolunda bulunan kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların da lisansüstü eğitim yapabilmek ya da yükseköğrenim kurumlarında akademik kadrolara atanabilmek amacıyla söz konusu sınava girebilmeleri mümkün ise de, dava konusu düzenlemelerin bu kişilerin ortak çıkarlarını etkileme şekli ortaya konulamadığı gibi; bu durumda olan kişilere yönelik olarak, davacı Sendikanın hukuki yardım yapmasını gerektirecek bir işlem tesisinin söz konusu olmadığını” belirtmiş, genel kamu yararı kavramından hareketle davacının dava açma ehliyetinin bulunduğu sonucuna varılmasına hukuken olanak bulunmadığını içtihat etmiştir.
Danıştay bir başka kararında, sendikanın açtığı davayı dava dilekçesinde üyelerinin isimlerinin yer almadığı, dolayısıyla davanın sendikanın üyeleri adına açılmadığını tespit ettikten sonra “kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal ve mesleki hak ve menfaatlerinin korunması” koşulunun bulunması halinde mensuplarının tümünü ancak ortak çıkarlar doğrultusunda temsil etme yetkisine sahip olan davacı sendikanın, üyelerinin bir kısmını ilgilendiren bireysel işleme karşı asil olarak dava açma ehliyetinin bulunmadığına karar vermiştir.[28]
Öte yandan yukarıda bahsettiğimiz İBK kararından sonra dahi Danıştay’ın bazı dairelerinin sendikaların dava açma ehliyetini geniş yorumlayarak davanın esasına girdiği kararlara rastlanmaktadır. Bu kapsamda Danıştay 10. Dairesince; Şeker İş Sendikası tarafından açılan davada; “…Sendika ana tüzüğü hükümlerine göre davacı sendikanın üyelerinin hak ve menfaatlerini ihlal eden işlemlere karşı, üyelerinin hukukunu korumak amacıyla dava açma yetkisinin bulunduğu açık olup; ayrıca, genel kamu yararını ve genel sağlığı ilgilendiren konularda da sendikanın dava açma ehliyetinin kabulü gerekmektedir.
Sonuç olarak, …sendika ana tüzüğü hükümleri ve Reklam Kurulu’nun konuyla ilgili almış olduğu ceza kararının birlikte değerlendirmesinden; yapay tatlandırıcıların kullanımının artması nedeniyle sendika üyelerinin sosyal, ekonomik, ve hukuki durumlarının, dolayısıyla ortak menfaatlerinin etkileneceği açık olup; üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmekle görevli bulunan davacı sendikanın dava konusu işlemle güncel, meşru ve kişisel menfaatinin ihlal edildiği anlaşılmaktadır.” denilerek ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur.[29]
- VAKlFLAR
Vakıflar, Medeni Kanunda belirtildiği üzere; gerçek ve tüzelkişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemesiyle oluşan tüzelkişilerdir. Vakıflar, vakfın yerleşim yeri mahkemesinde tutulan sicile tescille tüzelkişilik kazanır. Bu andan itibaren, tüzelkişiliklerini ilgilendiren davalarda, dava açma ehliyetini kazanırlar.
Danıştay 10. Dairesi 1998 yılında verdiği bir kararda, Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Vakfı tarafından, Çimento Sanayi Ticaret A.Ş.nin satışına ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davayı esastan karara bağlayan Edirne İdare Mahkemesi’nin kararını, “davacı vakfın amaçları arasında özelleştirme uygulamalarının izlenmesi ve değerlendirilmesinin bulunması ve iptali istenilen işlemin özelleştirmeye ilişkin olmasının, davacının hukuki statüsü karşısında (davacı vakfa) dava açma ehliyeti kazandırmayacağından” bahisle bozmuştur.
Görüldüğü üzere vakıflar açısından derneklerde olduğu gibi ciddi bir tartışma yoktur. Bunda vakıfların dernekler gibi kişi topluluğu değil mal topluluğu olmasının büyük etkisinin olduğu söylenebilir. Ancak Medeni Kanunu’nun 101/3. maddesindeki ‘vakıflarda üyelik olmaz’ hükmünün Anayasa Mahkemesi’nce 17.04.2008 tarihinde E:2005/14, K:2008/92 sayılı kararıyla iptal edilmesinden sonra, vakıfların dava açma ehliyetinin derneklerin dava açma ehliyeti noktasındaki tartışmalarla birlikte değerlendirilmesi uygun olacaktır. Diğer bir ifadeyle vakıflar da bundan sonraki dönem için yalnızca mal topluluğu değil kişi ve mal topluluğu olarak değerlendirilmeli ve üyelerinin menfaatlerini ilgilendiren konularda dava açıp açamayacakları tartışılmalıdır.
- MESLEK KURULUŞLARI
Meslek Kuruluşlarının sivil toplum örgütü olup olmadığı konusunda tartışmalar vardır. Bu kuruluşları sivil toplum örgütü olarak görmeyenler özellikle, STK’lere üyeliğin gönüllülük esasına dayandığını, fakat meslek kuruluşlarında üyelik için hukuki zorunluluk bulunduğunu belirtmektedirler. Sivil toplum kuruluşlarının resmi ya da yarı resmi kuruluşlardan, devlete bağımlı olmamaları ve hatta devletle adeta gizli bir rekabet içerisinde olmaları yönleriyle ayrıldığını dikkate aldığımızda meslek kuruluşlarını STK olarak nitelemenin gerçekten de zor olduğu söylenebilir. Ancak son tahlilde, bu kuruluşların da insan topluluklarının hak ve çıkarlarını koruduğu ve bu anlamda STK’lerin işlevlerine benzer işlevleri olduğu dikkate alındığında meslek kuruluşlarını da bu kapsamda ele almak gerektiğini düşünüyoruz.
Anayasamızın 135. maddesinde Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları, belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişileri olarak ifade edilmiştir. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunmaları yasaklanmıştır.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, devlet tüzelkişiliği dışında ayrı kamu tüzelkişilikleri bulunduğundan, kendi tüzelkişiliklerini ilgilendiren davalarda, dava açma ehliyetleri olduğu noktasında herhangi bir tartışma bulunmamaktadır.
Danıştay, meslek kuruluşlarına da üyeleri adına dava açma yetkisi tanımamaktadır.
Tarafı doğrudan doğruya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu olan davalarda, bu kurumların, dava açma ve davalı olabilme ehliyetleri, onların, sahip oldukları kamu tüzelkişiliğinin bir sonucudur. Örneğin Baroların, devlet tüzelkişiliği dışında ayrı bir kamu tüzelkişiliğine sahip olduklarından dolayı, kendi tüzelkişiliklerini ilgilendiren davalarda, dava açma ehliyetleri tamdır.[30]
Diyarbakır Barosu başkanlığı tarafından …günlü …sayılı RG’de yayınlanan Radyo ve Televizyon Yayınlarının Dili Hakkında Yönetmeliğin bazı maddelerinin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay 10. Dairesi’nce verilen davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin karar, Danıştay İDDK’nın 15.01.2004 günlü, E:2003/511, K:2004/13 sayılı kararıyla onanmış ve baronun menfaatinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Aynı yönde İzmir Barosu Başkanlığı tarafından, Adalet Bakanlığı İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı’nın …sayılı yasa hükümleriyle Adli ve İdari Hakim ve Cumhuriyet Savcıları ile Diğer Görevlilerine Ödenmesi Öngörülen Yol Gideri ve Tazminata İlişkin Usul ve Esasları Belirleyen 13.2.2006 günlü genelgenin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay 11. Dairesi’nce verilen davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin karar İDDK tarafından 22.10.2009 günlü, E:2006/4705, K:2009/1863 sayılı kararla onanmıştır.
Bursa Barosu Başkanlığı tarafından; 1/1000 ölçekli uygulama imar planı değişikliği ve 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğine eklenen notun iptali istemiyle açılan davada; Danıştay 6. Dairesi; “…kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının genel nitelikteki düzenleyici işlemlere karşı sadece kuruluş kanunlarında gösterilen amaçları doğrultusunda dava açma ehliyeti bulunmaktadır. Nitekim konuyla ilgili yasal düzenlemelerde bu kuruluşların amaçları dışında faaliyette bulunmayacakları açık bir biçimde yer almıştır.
Diğer taraftan 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 4667 sayılı Yasayla değişik 76. maddesinde; baronun ‘…hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumakla…’, yine aynı yasanın baro yönetim kurulunun görevlerinin sayıldığı 95. maddesinin 21. bendinde de, yönetim kurulunun, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmakla görevli olduğu belirlenmiştir.
Bu durumda Avukatlık Kanunu’nun ilgili maddesinde sayılan Baroların görevleri göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu uyuşmazlıktaki gibi, bir alanda yapı emsalinin yükseltilmesi ve yapılanma şartlarının belirlenmesine ilişkin plan değişikliğinin davacı baronun doğrudan tüzel kişiliğini, hak ve menfaatlerini etkilemediği; anılan yasa maddesinin de davacıya hukuken böyle bir hak tanımayacağı açık olduğundan anılan baronun dava açmakta menfaati bulunmadığı…” yolunda karar vererek davayı ehliyet yönünden reddetmiştir.[31]
Başka bir baro tarafından açılan davada Danıştay 8. Dairesi; “şehircilik, imar planı ve çevrecilik gibi durumlar açısından kamu yararını yakından ilgilendiren işlemlerde hukukun üstünlüğünü ve kamu yararını korumakla yükümlü baronun dava açma ehliyetinin bulunduğuna…” karar vermiştir.[32] Yine Danıştay 8. Dairesi, kamuoyunda ‘katsayı kararı’ olarak bilinen kararında benzer gerekçelerle baronun dava açma ehliyetinin bulunduğuna hükmetmiştir.[33]
Görüldüğü üzere, Avukatlık Kanunu’nun 76. ve 95. maddelerindeki hükümlere dayanılarak verilen çeşitli kararlarda bazı daireler baroları ehliyetli görürken, bazı daireler ise salt bu maddelerin barolara dava açma yetkisi vermeyeceği gerekçesiyle baroların açtıkları ve kendi tüzelkişiliklerini doğrudan ilgilendirmeyen davaları ehliyet yönünden reddetmişlerdir.
Meslek Odalarına ilişkin ise; Danıştay 10. Dairesi bir kararında, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan Elektrik Mühendisleri Odasının, Türkiye Elektrik Kurumu’nun iki ayrı anonim şirket olarak teşkilatlanmasına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı’nın iptali istemiyle açtığı davayı, ehliyet yönünden reddetmiştir. Ancak Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin, 15.12.1998 tarih ve 23554 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, “İpek Yolu Vadisi Serbest Bölgesinin Yer ve Sınırlarının Belirlenmesi ve Kurulup İşletilmesine Dair Bakanlar Kurulu Kararı”nın iptali istemiyle açtığı dava, Danıştay 10. Dairesi’nce, ehliyet konusu tartışılmaksızın, esastan incelenmiştir.[34]
Danıştay 6. Dairesinin yeni tarihli bir kararında, imar planlarına karşı açılan davada davacılardan Bursa Barosu ehliyetsiz görülmesine rağmen TMMOB Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi ehliyetli görülerek davanın esasına geçilmiştir.[35]
SONUÇ
Sivil Toplum Kuruluşlarının İdari Yargıda dava açabilme ehliyetlerini Danıştay kararları ışığında incelediğimiz bu çalışmada son olarak, Yeni HMK’nin 113. maddesiyle getirilen “Topluluk Davası” kavramının ve İdari Yargıda uygulanabilme imkanının tartışılması gerektiğini düşündük.
Yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 113. maddesinde Topluluk Davası şöyle ifade edilmiştir; “Dernekler ve diğer tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için dava açabilir.”
Madde hükmünde ‘dernekler’le birlikte ‘diğer tüzel kişiler’ de belirtilmek suretiyle genel olarak bütün Sivil Toplum Kuruluşlarının topluluk davası açabilecekleri ifade edildikten sonra, bu dava açma yetkisinin her kuruluş için ayrı ayrı ‘statü’lerinde belirtilen amaçlarla sınırlı olduğu vurgulanmıştır. Kanun maddesinin ‘statü’ olarak ifade ettiği ve tüzel kişilerin amaç ve faaliyet alanlarını düzenleyen belge, dernekler için ‘dernek tüzüğü’; vakıflar için ise ‘vakıf senedi’dir.
Sivil Toplum Kuruluşları dava açma yetkilerini yalnızca ‘kendileri adına’ kullanabilirler. Diğer bir deyişle topluluk davası, madde kapsamındaki tüzel kişilere örneğin, Sendikalar Kanunu ile Sendikalara verilen ‘üyeleri adına dava açma yetkisi’ gibi bir yetkiyi vermemektedir.
Öte yandan, bu tüzel kişiler, yalnızca kendi üyelerinin menfaatlerini korumak için değil, ‘temsil ettikleri kesim’in menfaatleri söz konusu olduğunda da dava açma yetkilerini kullanabileceklerdir. Böylece, Sivil Toplum Kuruluşlarının dava açma yetkileri oldukça genişletilmiş olmaktadır.
İnsan toplulukları niteliğine sahip tüzel kişilerin yeni hüküm kapsamında açabilecekleri dava türlerine, başka bir deyişle ‘topluluk davası türleri’ ne gelince; bu konuda kanun koyucu Medeni Kanun’daki kişiliğin korunması amacıyla açılabilecek davaların sayıldığı 25. madde hükmüne benzer bir düzenlemeye gitmiştir. Buna göre, tüzel kişinin üyelerinden olan ilgililerin haklarının tespiti için “tespit davası” veya hukuka aykırı durumun giderilmesi amacıyla yerine göre “eda davası”, “inşai dava” ya da “tazminat davası” yahut da ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi amacıyla “ihtiyati tedbir” niteliğinde “önleme davası” açılabilecektir. Bu anlamda, topluluk davasının da adli yargı kolunda açılabilecek bütün dava türlerinin formunu alabileceği söylenebilir.
Yukarıda, tüzel kişilerin taraf ve dava ehliyetlerinin (objektif ehliyet) olduğunu ve bu konuda herhangi bir duraksama yaşanmadığını belirtmiştik. HMK’nın 113. maddesiyle de bu konuda bir yenilik getirildiğini söyleyemeyiz. Bu maddeyle getirilen en önemli yeniliğe gelince; tüzel kişiler artık yalnızca kendi tüzel kişiliklerini ilgilendiren konularda değil üyelerinin hatta temsil ettikleri kesimlerin haklarını ilgilendiren durumlarda da topluluk davası adı altında adli yargıda açılabilecek davaları açabileceklerdir. Böylece adli yargı yerlerinde de, tüzel kişilerin açtıkları davalarda, bir anlamda “sübjektif ehliyet” incelemesi yapılmasına başlanacaktır. Çünkü, açılan davanın gerçekten de tüzel kişinin üyelerinin ya da temsil ettiği kesimin menfaatini korumak amacıyla açılıp açılmadığı ancak böyle bir denetimle saptanabilecektir. Bu da, bir anlamda, idari yargıya özgü bir dava önkoşulu olan “menfaat ihlali”nin adli yargıda da uygulama alanı bulması demektir.
Konunun idari yargıya bakan yönüne geldiğimizde; İYUK’un 31. maddesinin “ehliyet” noktasında HMK’ye yaptığı göndermeyle acaba HMK’nin 113. maddesinin getirdiği yenilik idari davalarda da uygulanabilecek midir? Yani sorun, örneğin Derneklerin üyelerinin menfaatlerini korumak adına idari yargıda iptal ya da tam yargı davası açıp açamayacakları sorunudur.
Meseleye iki farklı bakış açısı getirmek mümkündür. İlk olarak denilebilir ki, İYUK’un HMK’ye ehliyet noktasında yapmış olduğu atıf yalnızca “objektif ehliyet”e ilişkindir ve dolayısıyla İYUK’ta “sübjektif ehliyet” konusu dava türlerine göre özel olarak belirtildiği için (İYUK m.2), sübjektif ehliyete ilişkin olan HMK m.113’ün idari davalarda uygulanması mümkün değildir. Ancak bu görüş kabul edilirse, tüzel kişilerin üyelerinin menfaatini korumak için adli yargıda örneğin tazminat davası açabilmelerine karşın, bir idari işlemden zarar gören üyelerinin menfaatini korumak için idari yargıda tam yargı davası açamayacakları sonucu odaya çıkacaktır. Bu durumun ise hukuk mantığıyla ve yargılama ilkeleriyle ne kadar bağdaştığı tartışılabilir.
Diğer yönden, İYUK’un ehliyete ilişkin atfının bir bütün olduğunu, yani hem objektif hem de sübjektif ehliyeti kapsadığını, dolayısıyla Yeni HMK’deki 113. maddenin de bu atfın muhatabı olduğunu söylemek mümkündür. Böyle bir yorumla, tüzel kişilerin artık üyelerinin ve temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak amacıyla da iptal ya da tam yargı davası açabilecekleri rahatlıkla söylenebilir. Bu bakış açısı, hem ilk görüşteki tezatı bünyesinde barındırmaması, hem de Sivil Toplum Kuruluşlarının idari yargıda dava açma yetkilerini genişletmesi nedenleriyle daha kabul edilebilir niteliktedir.
Kaldı ki, halihazırda tüzelkişilerin dava açma ehliyetlerinin Danıştay kararlarında oldukça daraltıcı bir biçimde ele alınması yalnızca ve nihayetinde bir “yorum sorunu” olup, üyelerin menfaatinin örneğin derneğin menfaatinden ayrı tutulamayacağı yönündeki bir değerlendirmeyle bu sorun kolaylıkla aşılabilir. Bu konuda yasal bir engel de mevcut değildir.
Yine de, tüzel kişilerin dava açma ehliyetlerinin yapılacak yeni bir düzenlemeyle, belki de yeni bir “İYUK”ta ayrıca ve açıkça belirtilmesinin daha uygun olacağı düşüncesindeyiz.
Hamza AKKAYA
Ali KESKİN
KAYNAKÇA
ALTUNDİŞ Mehmet, İDARİ YARGIDA DAVA AÇMA EHLİYETİ TBB Dergisi, sayı 69, 2007
ASLAN Belgin, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN İDARENİN DENETİMİNDEKİ ROLÜ
ÇELİKKOL Hüseyin, “İdari Yargıda Ehliyet ve Husumet”, AD, S. 3, 1985.
GÖZÜBÜYÜK Şeref, Yönetsel Yargı, Ankara, Turhan, 2003.
İKİNCİOĞULLARI Firuzan, “Dava Açma Ehliyeti, İdare Hukuku Ve İdari Yargı İle İlgili İncelemeler”, S.l Güneş Matbaası, Ankara 1976
KAKIRMAN Deniz, İDARİ YARGIDA İPTAL DAVALARINDA ÖZNEL DAVA EHLİYETİ OLARAK MENFAAT İHLALİ KOŞULU, Y. Lisans Tezi, İstanbul 2006
KURU Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, c.I, Ankara 1991
KURU Baki/ ASLAN Ramazan/ YILMAZ Ejder, Medeni Usul Hukuku, 15. Bası, Ankara, Yetkin, 2004.
ÖZTAN Bilge, Medeni Hukukun Temel Kavramları, Turhan Kitabevi, 16. B, Ankara, 2004
ŞİMŞEK Bekir, İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti, Y. Lisans Tezi, Ankara, 2006
YAYLA Atilla, Siyasi Düşünce Sözlüğü, 4. baskı, Adres Yayınları, 2005, Ankara, s.206
YILMAZ Ejder, HUKUK SÖZLÜĞÜ, 3. Bası, Yetkin Yayınevi, 2005, ANKARA
[1] Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü,3. Bası, Yıl:2005, s.184
[2] HUMK m. 38; “Davaya ehliyet Kanunu Medeni ile tayin olunmuştur.”
[3] Çelikkol, s. 752.
[4] İkincioğulları, Firuzan, “Dava Açma Ehliyeti”, İdare Hukuku ve İdari Yargılama ile İncelemeler 1, Yıl:1976 s.138
[5] KURU, Baki/ ARSLAN, Ramazan/YILMAZ, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 14. bası, Yetkin Yayınları, Ankara, 2002, s.266
[6] Kuru-Arslan-Yılmaz, Medeni Usul Hukuku Kitabı, 18. baskı, 2007, s.244
[7] Öztan, Bilge, s.227
[8] Şimşek, Bekir, İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti, Y. Lisans Tezi, Ankara, 2006
[9] Danıştay İDDK, 24.12.1982 gün ve E.1982/350, K.1982/449; Danıştay Dergisi (DD), sayı 50-51, s.170.
[10] AYM, 21.9.1995 gün ve E. 1995/27, K. 1995/47, R.G., 18.4.1996-S.22615
[11] Aslan, Belgin, Sivil Toplum Örgütlerinin İdarenin Denetimindeki Rolü
[12] Aslan, Belgin, age
[13] Yayla, Atilla, Siyasi Düşünce Sözlüğü, 4.baskı, Adres Yayınları, 2005, Ankara, s.206
[14] Aslan, Belgin, age
[15] Gözübüyük, Yönetsel Yargı, s.181
[16] Kakırman, Deniz, İdari Yargıda İptal Davalarında Öznel Dava Ehliyeti Olarak Menfaat İhlali Koşulu, Tez, 2006, İstanbul, s.81
[17] Danıştay 5. D., 27.11.1996 gün ve E. 1996/2, K. 1996/3674, yayınlanmamıştır.
[18] Danıştay İDDK, 26.01.2000 gün, E.1999/390, K.2000/761 sayılı karar
[19] Danıştay 6. Daire, 05.12.2011 gün E:2010/12957 K:2011/5060 sayılı karar, yayınlanmamıştır. Danıştay’ın bu yöndeki kararları için bkz. aynı Daire 12.12.2011 günlü ve E:2010/5456 K:2011/5196; 26.12.2011 günlü ve E:2009/4341 K:2011/5658 kararlar (Kararlar aynı gerekçeyle verilmiş ve çoğunlukla oyçokluğuyla çıkmıştır.)
[20] Danıştay 10. Daire, 21.04.2006 gün ve E:2003/510 K:2006/593 sayılı karar
[21] Danıştay İDDK, 11.04.2008 gün ve E: 2007/2206, K: 2008/1184 sayılı karar, yayınlanmamıştır.
[22] Danıştay İDDK, 4.3.2010 gün ve E:2006/3480, K:2010/400 sayılı, İDDK 1.5.2008 gün ve E:2007/243, K:2008/1290 sayılı kararlar oyçokluğuyla verilmiştir, yayınlanmamıştır.
[23] AYM, 8.10.2009 gün ve E:2005/16, K:2009/139 sayılı kararı.
[24] Kuru, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 5.Bası, İstanbul, Alfa, 1990, s.767
[25] Danıştay 12. D. E.1969/205, K.1970/117, DD, S.2, s. 334.
[26] Ankara 5. İdare Mahkemesi’nin 22.10.2009 günlü E.2009/1134, K.2009/1463 sayılı kararı. *Yerel Mahkemenin bu kararı Danıştay’ca 22.12.2010 günlü, E.2010/879, K.2010/5031 sayılı kararla onanmıştır.
[27] Danıştay 5. Daire, 16.2.2009 günlü E:2008/3724, K:2009/622 sayılı karar
[28] Danıştay 5. Daire, 22.3.2011 günlü, E:2009/2107, K:2011/1531 sayılı karar
[29] Danıştay 10. Daire, 20.01.2010 günlü, E:2009/12452, K:2010/35 sayılı karar (Bu yönde başka bir karar için bkz. Danıştay 13. Dairesi 1.11.2010 gün, E:2010/2668, K:2010/7363 sayılı karar)
[30] Altundiş, Mehmet, İdari Yargıda Dava Açma Ehliyeti, TBB Dergisi, sayı 69, 2007
[31] Danıştay 6. Daire, 8.6.2011 gün, E:2010/12920, K:2011/2120 sayılı karar
[32] Danıştay 8. Daire, 3.12.2010 gün, E:2010/8474, K:2010/6357 (Yine aynı gerekçeyle verilmiş başka bir karar için bk. Danıştay 8. Daire, 29.11.2006 gün, E:2005/3264, K:2006/4721 sayılı karar)
[33] Danıştay 8. Daire, 27.01.2010 gün, E:2010/2, YD Kabul kararı (oyçokluğuyla)
[34] Danıştay 10. Daire, E.1999/474, K.2005/3949, DD), sayı 111, 2006, s. 292
[35] Danıştay 6. Daire, 15.6.2011 gün, E:2011/1817, K:2011 /2267 sayılı karar