Muris muvazaasında ispat yükü davacıya ait olup; kanser hastalığının tedavi edilemeyecek aşamada olduğunu öğrenen murisin, evine döndükten hemen sonra, eşinin de baskısıyla tek erkek evladı olan davalıya taşınmazını devrettiği hususu tanığın samimi beyanları ile sübuta erdiğinden, işlemin mirastan mal kaçırma amacı taşıdığı ve muvazaalı olduğunun kanıtlandığı kabul edilmelidir.(ÖZET)

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU    

2020/345 E.,  2022/1186 K.

İÇTİHAT METNİ

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı vekilinin temyiz dilekçesinde talep ettiği duruşma talebinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

DAVA

Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin babası miras bırakan …’ın dava konusu 312 ada 41 ve 42 parsel sayılı taşınmazların geldisi olan 12 sayılı parseli 27.12.1972 tarihinde oğlu, müvekkillerinin de kardeşi olan …’e 20.000TL bedel üzerinden satış yoluyla temlik ettiğini, satış tarihinde müvekkillerinin on sekiz yaşında dahi olmadığını, taraflar arasındaki işlemin muvazaalı olduğunu, tarafların gerçek iradesinin mirastan mal kaçırmak amacıyla yapılan bağış işlemini içerdiğini, miras bırakanın mal satma ihtiyacının davalının da malı alım gücünün bulunmadığını, dava konusu evin rayiç değerinden çok düşük miktarda satış gibi gösterildiğini, işlemin yapıldığı tarihte miras bırakanın banka hesaplarında belirtilen miktarda para hareketliliğinin olmadığı gibi terekeden satış bedelinin de çıkmadığını, söz konusu tasarruflarda müvekkillerinin saklı paylarına tecavüz edildiğini ileri sürerek çekişmeli taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, tescil mümkün olmadığı takdirde ise tenkise karar verilmesini talep etmiştir.

CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; murisin ölümünden önce bakım, gözetim, tedavi ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla mallarını satma cihetine gittiğini, müvekkilinin de babasının taşınmazlarını bedeli karşılığında satın aldığını, anılan tarihte baba ve oğlu arasında satıma ilişkin belgenin olmamasının doğal olduğunu, dava konusu satışın sahih ve gerçek bir satış olduğunu, müvekkilinin satış tarihinden sonra taşınmazları kullandığını ve üzerinde tasarrufta bulunduğunu, miras bırakanın seneler önce ölmesi ve aradan kırk iki yıl geçtikten sonra dava açılmasının davacıların kötü niyetini gösterdiğini, davacıların mirastan kaynaklanan çekirdek haklarının zarara uğramadığını, tenkis talebinin hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle geçersiz hâle geldiğini, 1976 tarihinde … Noterliği aracılığı ile düzenlenen taksim sözleşmesi ile de mirasçıların hak ile alacaklarını bölüştüklerini ve başka bir hak istemediklerini resmî bir şekilde beyan ettiklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.06.2015 tarihli ve 2014/288 E., 2015/281 K. sayılı kararı ile; taşınmazların satış bedelinin davalı tarafça ödendiğinin ispatlanamadığı, davalının murisin tek erkek çocuğu olup satış tarihinde on dokuz yaşında olduğu, davalının eniştesi ile beraber tornacılık yaptığı kabul edilse dahi bu yaşta bir kişinin bir iki yılda dava konusu taşınmazları alabilecek kadar birikim yapmasının hayatın olağan akışına uymadığı, özellikle tarafların kardeşi olan tanık …’ın taşınmazın kardeşi olan davalıya bağışlandığı yönündeki beyanı dikkate alındığında murisin asıl amacının mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, bu hâliyle satışın muvazaalı olduğu, … Noterliğinin 11.03.1976 tarihli ve 2672 yevmiye sayılı taksim sözleşmesinde dava konusu taşınmazların taksime konu edilmediği, terekeden çıkan bir taşınmazın taksime konu edilmiş olması hâlinde sonuç doğurmayacağından davalının bu savunmasına itibar edilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne … İli … İlçesi … Mah. 312 ada 41 parsel, 312 ada 42 parsel 3 ve 4 nolu bağımsız bölümlerin davalı adına olan tapusunun iptali ile 1/8 hissenin davacı … adına, 1/8 hissenin davacı … adına tapuya kayıt ve tesciline, kalan 6/8 hissenin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir.

ÖZEL DAİRE BOZMA KARARI

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 06.11.2018 tarihli ve 2015/14427 E., 2018/14084 K. sayılı kararı ile;
“…Somut olaya gelince; mirasbırakanın dava konusu taşınmazları dışında başka taşınmazlarının da bulunduğu, bu taşınmazların incelenmesinde, 428 parsel sayılı 9400 m2’lik tarlanın tamamını, 384 parsel sayılı 19.000 m2’lik tarlanın tamamını, 371 parsel sayılı 38.150 m2’lik tarlanın tamamını, 356 parsel sayılı 10.550 m2’lik tarlanın tamamını, 354 parsel sayılı 9.350 m2’lik tarlanın tamamını, 440 parsel sayılı 5.450 m2’lik tarlanın tamamını ve 442 parsel sayılı 1.332 m2’lik zeytinliğin tamamını mirasçılarına bıraktığı, hatta tüm mirasçıların katılımı ile anılan taşınmazların … Noterliği’nin 11.03.1976 tarihli miras taksim sözleşmesine konu edildiği, mirasbırakanın geriye bıraktığı taşınmazların azımsanmayacak miktarda olduğu, mirasbırakanın mal kaçırma amacı ile hareket etmesi halinde mal kaçırmak istediği mirasçılarına herhangi bir şey bırakmama ya da daha az mal bırakma amacına uygun hareket etmeye çalışacağı, ne var ki eldeki davada mirasbırakanın bu şekilde hareket etmediği, dinlenen tanık beyanlarından mirasbırakan ile kızları arasında herhangi bir husumetin ortaya konulamadığı, mirasbırakanın bir çocuğunu diğer çocuğuna tercih etmesi için bir nedeninin bulunmadığı, ayrıca 6100 sayılı HMK’nın 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu gözetildiğinde davacı tarafın muvazaa iddiasını kanıtlayamadığı, muris muvazaası nedenine dayalı iptal-tescil davalarında herhangi bir hak düşürücü süre ya da zamanaşımı süresinin olmadığında kuşku yok ise de; temlik ve murisin ölüm tarihi üzerinden çok uzun süre geçmesinin eldeki davada olduğu gibi ispat hukuku açısından sorunlar doğurduğu, akitte gösterilen bedel ile keşfen saptanan gerçek değer arasındaki farkın da tek başına temlikin muvazaalı olduğunu göstermeyeceği bir bütün halinde değerlendirildiğinde mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Tenkis yönünden de; mirasbırakanın ölüm tarihine göre Eski Medeni Kanun’un 507/4. maddesi ( 4721 sayılı TMK’nın 565/4. maddesi ) uyarınca mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacının aranması gerektiği ve yukarıda yer verilen açıklamalar uyarınca böyle bir amacın da kanıtlanamadığı anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekir iken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

DİRENME KARARI

Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.01.2020 tarihli ve 2019/646 E., 2020/45 K. sayılı kararı ile; yargılamaya konu temlik tarihinden evvel ortak muris …’a akciğer kanseri teşhisi konulduğu, murisin kanser hastalığının tedavi edilemeyeceğini öğrendikten ve evine döndükten hemen sonra, eşi …’ın da baskısıyla tek erkek evladı olan davalıya taşınmazını devrettiğinin samimi ve yalan beyanda bulunmasını gerektirir bir husumet yahut yakınlığı bulunmayan tanık …’ın beyanları ile sübuta erdiği, davalı tarafça taşınmazın bedeli ödenmek suretiyle satın alındığı savunulmuş ise de devir tarihi itibariyle henüz 19 yaşında olup askerlik görevini dahi tamamlamadığı, gelir getiren herhangi bir işte çalışmadığı, çok kısa süre torna işi ile iştigal ettiği tanık beyanlarından anlaşılan davalının işbu temlike esas satım bedelini muris babasına ödeyebilecek maddi imkânının bulunmadığı, satım bedelinin ödendiğini kabule yarar delil ileri sürülmediği gibi davalı mirasçı, taşınmaz için bedel ödese idi bu bedele terekede rastlanması gerekeceğinden görünürdeki satış işleminin gerçekte bağış amacıyla yapıldığına kanaat getirildiği, murisin sağlığında tüm mirasçılarını kapsar bir paylaştırma yapmayıp yalnızca davalı oğlu ve dava dışı kızı … lehine tasarruflarda bulunduğu, murisin işbu temlikleri yapmakta makul görülebilir bir sebebinin olmadığı, diğer mirasçılarına mirasından daha az mal bırakma amacıyla hareket ettiğinin kabul edilmesi gerektiği, muvazaa iddiasının sübuta erdiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

DİRENME KARARININ TEMYİZİ

Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dosya kapsamı ve taraflarca sunulan delillere göre, miras bırakan … tarafından 27.12.1972 tarihinde davalı oğlu …’a satış suretiyle yapılan dava konusu geldisi 12 parsel olan 312 ada, 41 ve 42 parselde kayıtlı taşınmaza ilişkin temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.

Gerekçe
1.Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).

2.Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19. [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18.] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.

3.Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

4.Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

5.Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

6.Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

7.Az yukarıda açıklanan TBK’nın genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

8. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

9. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

10.Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

11.Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

12.Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

13.Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

14.Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

15.Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.

16.Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

17.Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

18.Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

19.Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1912 doğumlu mirasbırakan 1973 yılında ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı kızları …’i, …’yı, davalı oğlu …’ı, dava dışı kızları …’ı, …’ı, …’ı ve kendisinden sonra ölen kızları … ile …’dan olma dava dışı torunlarını bırakmıştır.

20.Dosya kapsamından mirasbırakan …’ın maliki olduğu 312 ada 12 parsel sayılı taşınmazını ( 551 m2’lik Bahçeli Kargir Ev ) 27.12.1972 tarihinde davalı oğlu …’a satış suretiyle devrettiği, 12 sayılı parselin 07.05.2013 tarihinde ifraz edilerek 236,65 m2’lik bahçeli kargir ev niteliğinde 312 ada 41 sayılı parsel ile 300,45 m2’lik arsa niteliğinde 312 ada 42 sayılı parselin oluştuğu, 312 ada 42 sayılı parsel üzerinde 21.01.2014 tarihinde kat irtifakı tesis edilerek 3 ve 4 no’lu bağımsız bölümlerin payına karşılık davalı adına tescil edildiği tespit edilmiştir.

21.Yine dosya kapsamı, taraflarca sunulan deliller ve dinlenen tanık beyanlarına göre, miras bırakana temlik tarihinden hemen önce akciğer kanseri teşhisi konulduğu, hastalığın tedavi edilemeyecek aşamada olduğunun öğrenilmesi üzerine murisin evine gönderildiği, murisin evine döndükten sonra eşinin baskısıyla taşınmazını tek erkek evladı olan davalıya devrettiği, devre ilişkin resmî işlemlerin murisin hastalığı nedeniyle evinde gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Davalı tarafça her ne kadar taşınmazın bedeli ödenmek suretiyle satın alındığı savunulmuş ise de; davalının devir tarihi itibariyle henüz on dokuz yaşında olup askerlik görevini dahi tamamlamadığı, gelir getiren herhangi bir işte çalışmadığı, torna işi ile iştigal ettiği tanık beyanlarından anlaşılan davalının çalıştığı süre de dikkate alındığında işbu temlike esas satım bedelini muris babasına ödeyebilecek maddi imkâna sahip olmayacağı, savunmada bahsi geçen taksim sözleşmesinin uygulanmadığı, davalının satım bedelinin ödendiği hususunda da yeterli delil sunamadığı kanaatine varılmıştır.

22. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulayabilmek için davacı tarafın miras bırakanın yaptığı temlik ile mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ispatlaması gerekmektedir.

23.Yukarıda anılan tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde, eldeki davada ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın miras bırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ve işlemin muvazaalı olduğunu kanıtladığından bahisle davanın kabulüne dair verilen direnme kararı yerinde bulunmuştur.

24.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; miras bırakanın dava konusu taşınmazları dışında mirasçılara bıraktığı başka taşınmazlarının da bulunduğu, hatta tüm mirasçıların katılımı ile anılan taşınmazların … Noterliği’nin 11.03.1976 tarihli miras taksim sözleşmesine konu edildiği, miras bırakanın geriye bıraktığı taşınmazların azımsanmayacak miktarda olduğu, dosya kapsamına göre miras bırakanın bir çocuğunu diğer çocuğuna tercih etmesi için bir nedeninin bulunmadığı gibi davacı tarafın muvazaa iddiasını da kanıtlayamadığı, miras bırakan tarafından yapılan temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağının bulunmadığına işaret eden Özel Daire kararı yerinde olduğundan, tenkis yönünden değerlendirme yapılmak üzere kararın bozulmasının gerektiği ancak; tenkis talebi mahkemece incelenmediği hâlde Özel Dairenin bu açıdan da bozma karar vermesi hatalı olduğundan direnme kararının açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmasının gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

25.O hâlde, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.

26.Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

SONUÇ
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı olan ( 6.952,65TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.09.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.